28 Şubat 2011 Pazartesi

Pepe Başgan On-Air

8 Mart Salı Saat 18:00'de Radyo Bilkent'teyim gardaşlar. 96.6 frekansında  (http://www.radyobilkent.com) Ekşi Sözlüğü konuşacaz. Gerçi bizim gibi garibanı böyle çağırıyorlar sonra hasta düşüyoruz gidemiyoruz. Kesin bende nazar var hacı.

Vedat Milor Hayranı Olmak

Vedat Milor abimizi bilmeyen yoktur. Hatta "Abi adam hem geziyor, hem yiyip içiyor üstüne bir de mayış veriyollar" diye yorum yapan birine rastgelmeyeniniz çok azdır. Ben kendisinin baş hayranıyım. Hatta geceleri internetten videolarını izleyen tek manyak benimdir herhal.


Önceleri biraz ikircikliydim. Mehmet Yaşin'in yanında çok sosyetik geliyordu. Ancak zaman geçtikçe adamın hali, tavrı ve bilgisi hoşuma gitmeye başladı. Zaten sonraları kendisi de İstanbul'dan çıkıp gezmeye başladı. Kastamonu'da yaptığı programı unutamam. O günden beri Kastamonu'ya gidip doyasıya yiyip içme hayalleri kuruyorum.

Peki Vedat abimizin nesi farklı. Hemen anlatayım. Bir kere adam çok güleç yüzlü. Tatlı entel adam suratı var. Nur inmiş resmen. Bir de cesur adam. Konya'da mor, Kastamonu'da kırmızı kadife pantolon giyiyor. Bizim mahalledeki Deli Zeki gibi. Ayrıca lokantaya girerken, lokanta sahipleriyle tanışırken yapılan ek çekimlerde Gerçek Kesit oyuncuları gibi doğal hareket ediyor. Yani birinin "Vedat abi kaldırımdan dükkana giriyormuş gibi yap" dediği belli. Öyle robotik hareketler. Doğal adam. Lafları var hep tekrarladığı... "Durun ben söyliyecem" deyip yemeğe ne koyduklarını bulmaya çalışıyor mesela. Her 3 programın birinde "karamelize" diyor. Bir de titriyor. Bu yüzden arkadaşım kendisine "Vedat Tremor" diyor. Ama o arkadaşı ayıplıyoruz aramızda. Vedat abimizin gönlü de geniş. Yorumlarında yemeği beğenmese dahi güzel bir dille anlatıyor. En az 3 yıldız veriyor.

Her gittiği yere gitmek, orada yemek yemek istiyorum. Hatta onunki gibi bir işim olsun istiyorum. Bi yardımcı olun. Laflarımı burda bitirirken vedat abimize lezzet için 5, fiyat-kalite için 4, ambiyans için 3 yıldız veriyorum.

11 Şubat 2011 Cuma

İki Saattir Oturuyoruz Bir Kez Muhteşem Yüzyıl'ı Tartışmadık

İşte hepinizin malumu Kanuni Sultan Süleyman ve devlet içinde devlet olan Hürrem'in hikayesini anlatan dizi... Herkes tarafından eleştirildi, kınandı... Bence de eksikleri çok. Ama Ekşicilerin yerden yere vurduğu kadar da kötü değil.

Şimdi en başta en çok tartışılan konuya kısaca bakalım. Dizide Padişah Süleyman'ın sevişmesine takmış durumdayız. Bence "cesur" adledilen dizi Osmanlı'da dönen entrikaların onda birini anlatamıyor. Tüm tarihçilerin kaynaklarını toplayıp dizi çekmeye kalksak ikinci bölümü görmeden platoyu yakarlar. O yüzden ben bu kısma pek takmıyorum.

Hemen prodüksiyon aşamasına geçiyorum. Diziye çok sıkı bir destek verildiği belli. Normal ebatlardan gani gani küçük olsa da bir dizi için koca saray yaptırmak iyi iş. Ancak senaryo tam bir kadın seyirci toplama senaryosu. Devlet çekişmeleri, savaşlar, paşalar, antlaşmalar hep fonda. Önde ise kırık Türkçeli Hürrem ve aşkı var. Şimdi bu iyi güzel ama dört metrekare yerde birbirlerine saatlerce bakan iki kişi olacak diye saray yapılması, onlarca kostüm hazırlanması pek akıl karı değil. Günümüze uyarlayıp "Binbir Gece" tadında bir şeyler yapılırdı bu senaryoya. O yüzden salt Meral Okay'ın klasik kadın refleksleriyle gördüğü tarihi anlatması ve prodüksiyonun bu anlatım üzerine yapılması cüretkar bir hamle olmuş. Kadın izleyiciyi ekrana çekmenin basit kuralı olan aşk üçgeni tarihimizde en açık haliyle Kanuni döneminde anlatıldığından Meral Okay kurnazlık yapıp sağ gösterip sol vuruyor yani. Gelin doğrusuyla yanlışıyla tarih anlatacağım diyip bizi yine uzun bakışmalı bayık dakikalara mahkum ediyor. Bu anlamda kendisinden şikayetçi olabiliriz.

Şimdi diyeceksiniz ki bu belgesel değil. Doğrudur ama en azından aksiyon bu kadar geride kalmamalı. Şahsen ben, dizilerde saatler süren (bir reklam kuşağına daha hızlı kavuşturan görüntüler) sevgili bakışmalarından kurtulmamız gerektiğini düşünüyorum. Evlerde diziyi kadınlar izliyor stratejisi yakın bir zamanda çökecek. Aynen en çok rating aleti Adana'da diye her diziye Adanalı sokuşturmanın çöktüğü gibi. O yüzden bir dizinin omurgasını bunun üzerinden kurmak yanlış. Meral Okay işi biraz harlasın. Tarihin zevkli akışına biraz bıraksın kendisini. Biraz görkemli savaş sahnesi, biraz Osmanlı dışı devletlerin Osmanlı'ya bakışı, biraz iç siyasi entrikalarla bunu yapmak mümkün. Yoksa "Sülüman beni seviyor, bana aşık" diye söyle söyle nereye kadar. Bir müddet sonra insanlar isyan eder. Gerçi Hürrem'in yaşlılığı bu konulara daha müsait. Resmen gölge adam durumuna geliyor. İlerleyen zamanlarda bunarı görürüz inşallah. Gerçi Hürrem tarihte yine birine aşık oluyor. Meral Okay'ın bu aşkı 15 bölümde uzata uzata anlatmasından korkuyorum.


Gelelim koca dizide çok az yer tutan savaş sahnelerine... Ekşi Sözlük yazarları yine klasik tepkileriyle beğenmemişler. Bence kalibresine göre gayet iyi iş çıkarmış dizinin kurmayları. Zira 90 dakika dizi nerden baksan 6 günde çekiliyor. Öyle sözlükçülerin dilinden düşürmediği Tudors gibi 40 dakika çekilip iki bölümde bir 3 hafta ara vermiyorlar. O yüzden 1,5 günde bu kadar iyi montaj yapılması bile mucize. Ancak bu dizi 40 dakika çekilip bu şekilde kurguya, montaja girseydi o zaman ben de derdim kötü olmuş diye. Dizilerin süresi kısalsa bizim yönetmenler de derli toplu iş yapabilirler.

Gerçeklikle örtüşmediği bazı yerler gözüme batıyor. Mesela koca saray mutfağında 3 kişinin çalışması çok komik. Mahalle kebapçısında bile 10 personel var. Kaldı ki Osmanlı Saray mutfaklarında ortalama 200 250 kişi çalışırdı. Bir kahveyi bile altı kişi sunardı padişaha... Bunun gibi bir sürü ayrıntı var tabi...

Müzikler ise müthiş. Yapan ve öncülük edene helal olsun...

Özetle dizinin hareketlenmesi, süresinin kısalması, ekşicilerin de artık olan bitene biraz pozitif bakması icab ediyor.

3 Şubat 2011 Perşembe

Peperuhi ile Kitsch Filmleri Öğreniyoruz Bölüm 2: Sezercik Küçük Mücahit

Kitsch filmler serimize bir savaş ve politika filmi olan Sezercik Küçük Mücahit filmiyle devam ediyoruz.


Biliyorsunuz Sezercik Yeşilçam döneminin meşum çocuk artislerinden biri. Emanuelle serisi gibi serisi var. Sezercik Aslan Parçası, Sezercik Yavrum Benim (ki bu filmin ismi de biraz adult gibi değil gibi), Sezercik Gogoyin İçiyor (ki bu erişkin dönem yapıtıdır. Gazetelerde rastgelmiş olmanız lazım) vs... Bir de 6 yaşında çocuk sahibi olduğu kendisinden 4 sene küçük evladını okutmak adına ekmek kavgasına giriştiği Öksüzler filmi de mevcut. İlerleyen zamanlarda bu filmi de bu bölümde irdeleyebiliriz. Zira kan donduran filmlerden biridir benim için.

Neyse efendim konumuza dönersek; Sezercik, küçükken sarışın olup daha sonra şopar gibi kapkara çıkan İlker İnanoğlu'nun canlandırdığı Yumurcak karakterinin daha güncellenmiş halidir. Yumurcak en çok evin bakıcılarına, gariban emekçilere zulüm ederken; Sezercik dünyaya kafa tutacak kalibrede bir kahramandır. Bunu inşallah şimdi anlatacağım filmde bol bol göreceğiz.

Sezercik Küçük Mücahit filmi Kıbrıs'taki EOKA zulmünü anlatmaktadır. Bir propaganda filmi havasındadır. Ama ne talihsiz bir durum ki, propagandayı 7 yaşındaki bir çocuk üzerinden yapar.

Sezerciğin annesini Perihan Savaş, babasını ise rahmetli oyuncumuz Orçun Sonat canlandırmaktadır. Film Öğretmen Perihan Savaş(Lale) ile Orçun Sonat'ın (Murat) evlenmesiyle başlar. Ki Murat hava kuvvetlerinde işini seven bir askerdir. Hatta öyle çok işini sevmektedir ki yaz, kış üniformasını çıkarmamakta, damatlığa para vermeyip üniformayla evlenmektedir. Neyse efendim günler aşk sözcükleriyle geçer. Bir gün Lale'nin dersteyken başı döner ve hemen karnını tutarak gülümser. Daha ilk baş dönmesinde ne tansiyonu, ne halsizliği düşünmemektedir Lale. Direk hamile olduğunu anlar ve seyirciye sezdirir.

Çiftimiz, mutlu mesut günlerine devam ederken Murat abimizin maalesef uçağı çakılır ve şehit olur. Perihan delirip yatağa düşer. Akrabaları, "aman etme bebeni düşün" falan diye gaz verirler. Perihan çocuğu için hayata sıkı sıkı sarılır. Daha sonra eniştesi ve ablasının yanına Kıbrıs'a yerleşir. İyice orayı benimser. Gördüğüne "napan eyimiin" der. Yemek yerken "kebap acıdıır" diye sorar falan. Neyse sonra Lale'nin annesi rahatsızlanır. Çocuk size emanet diye anavatana anasına bakmak için döner. Tam bu sırada enişte ve abla EOKA militanları tarafından öldürülür. Ama EOKA'cılar kundaktaki Sezer'i görmezler. Sezer'i doktorun hastası ayakkabıcı bulur. Sezer'i büyütür. Tabi bu arada haberi alan Sezer'i öldü belleyen Lale ikinci kez delirir. Bu sefer sağlam yakar devreleri ve biz seyirciler çok fazla üzüldüğünü saçının ucuna bulanmış beyaz saçlarından anlarız. Bu arada Sezer ayakkabıcı ve film boyunca zerre yaşlanmayan hanımını ana-baba bellemiştir. Bir gün oyun oynarken Rum bebeler saldırır. Tiplerinden 14 yaşında olduğunu düşündüğümüz Türk bebeler "Sezer abi topumuzu geri alır mısın?", "canım abim tahsil edemediğim bir çek var ona yardımcı olur musun" falan derler. Sezercik bebelerin topunu Rum çocuklardan ister ama elin bebesi dinlemez ver eder zümsüğü ver eder yumruğu. Neyse böyle mutlu mesut yaşarlarken EOKA'cılar yine rahat durmaz ve Sezercik'in ikinci ailesini de katlederler.Bu sırada Sezercik'in üvey anası ve babası gerçek anasının resmini sezoya gösterirler. Senin anan bu kadın derler.

Sezer EOKA'cılardan intikam almayı kafasına koymuştur. Militanların kendi aralarında sürekli ve nedense bağırarak "vre Dimitri Bayraklı Köyüne gidezeyiz, herkesi yakazayiz" şeklinde konuşmalarından kıllanan Sezer, militanları türlü kamuflaj numaralarıyla takip eder. Misal adamları tepeden izlerken bir sonraki karede adamların diplerindeki çalıda çok afedersiniz hacet pozisyonunda sessizce dinleme yapmaktadır. Gerçi dinlemesinin bir manası yoktur çünkü EOKA'cıların " Bayraklı'ya gideceğiz, kızları elleyeceğiz. Herkesi yakacağız" diye bağırmaktan gayrı bir şey dediğini duymamaktayız (Byaraklı'nın kızları yaman olur vre). Tabi Turgut amcanın replik sonlarındaki "nıhahoaha" şeklindeki kötü adam gülüşünü saymazsak.

Neden sonra, 7 yaşında adeta bir çırpı olan Sezer dağlar aşar denizler geçer. Bayraklı köyüne ayakları 34 numara olmasına rağmen militanlardan önce ulaşır. Bu da yetmezmiş gibi Türk askerini konuşlandırır ve kendini militanlara yakalatır. Burda Turgut Özatay "vre bize Turkler'in yerini soylersen sana oyunzak alazaim, sikolata alazaim" diye Sezer'i ikna(!) eder. Tam o sırada Turgut Özatay ve birbirinden şaşkın militanlar Türk askerine yakalanır. Türk komutan sezoya "al sen vur bunları, madem kendini öne attın sana iyice travma yaşatayım da bi daha kendine geleme" der. Fakat Sezercik aman diyene ilişmez. Komutan bu hareket karşısında duygulanır. Öyle duygulanur ki Sezer'e ciddi ciddi "bizimle çalışmak ister misin" diye iş teklifinde bulunur. Askerlerden hiçbiri de "abooow komutana itle serseriyle uğraşmaktan inme indi herhal" diye düşünmez. Sezer orduya hemen katılır. 10 yaş büyükleri dahi "abi 2 santimle subaylığı kaçırdım" diye dert yanarken kendisi 20 kiloluk bir onbaşı olur. Üstüne üstlük komutan Sezo reise "arkadaşlar sana uygun elbise bulsun" der. Yani orduda 1 metrelik adama göre asker kıyafeti vardır. Sonra Sezer'i çavuşla beraber şehir merkezine yollarlar. Ama Sezercik askerliğe adapte olamamıştır. Bunu yanındaki askere "çavuş abi" demesinden anlarız. O sırada çavuş abi şehit olur ve Sezer'e yeni bir görev verir. Mektubu sancağa yollama görevi. Sezer artık Call Of Duty'deki gibi sürekli level açtırmakta ve bu levellerde yeni görevlerle uğraşmaktadır.


Sonunda Mektubu sancağa ulaştırır (tabi koskoca komutana sancak abi demesini de es geçmeyelim). Sezer, bu hareketinin mükafatını teğmen yapılarak alır (ne tesadüftir ki sancağın olduğu yerde yine 6-9 yaş arası teğmen kıyafeti vardır. üstelik küçük cop da bulunur). Yani, Askeriyedeki her birim yorgunluktan saçmalamaya başlamış, resmen Taraf gazetesine malzeme çıkarmaya can atar hale gelmiştir (manşet: güççücük çocuk generalliğe koşuyor. sorumlular aranıyor. genelkurmay sessiz). Zira, 7 yaşındaki bir çocuğu ciddiye aldıkları yetmiyormuş gibi ona maaş bağlar pozisyona getirmiş ve 10 günde 1 sene astteğmen olarak görev yapan komutanların komutanı yapmıştır. Tabi Sezercik bu hızlı yükselişten keyiflenmiş ve o arada bir kadını da tecavüzden kurtarmış bir bebeğe babalık yapmıştır. Artık üstün hizmet madalyasını haketmiştir. Ve ordu kendisine selam durur. Koskocaman Kıbrıs'ı ne İngilizler, ne Rumlar elde edememişken kuvvetini Paf takımının minik yıldızı Sezercik'ten alan Türk ordusu topraklarda egemenlik sahibi olmuştur. Zaten burda da Sezer annesine kavuşur. Mutlu sonla Film biter.

Akabinde Sezercik ilkokula başlar ve okulda askerlik anılarını anlatır. Generalin kapıyı vurdum çıktım hacı falan diye abartır. Diğer arkadaşları üniversiteydi yüksek lisanstı doktoraydı derken, 30 yaşında hala askerden kaçarken, Sezercik ilkokula başlamadan aradan askerliği çıkarmış tezkeresini almış ve kafasını rahatlatmıştır.