30 Temmuz 2011 Cumartesi

İnceleme Yazıları Bölüm 1: 90'ların Enteresan Rock Grupları

Geçen gece tivitır ünlüsü arkadaşım (benim ünlü arkadaşlarım da var) Brudermartin ile konuşurken aklıma geldi, dedim ki 90'larda ne acayip rock müzik yapıldı. O da o sıra başka muhabbette olduğu için cevap vermedi. Ben monolog şeklinde kendi kendime söylendim ve siz çok değerli ve kadirşinas okurlarım için düşündüklerimi satırlara dökmeye karar verdim. 90'larda rock müziğin dinleyicileri nelerle muhatap oldu buyrun bakalım;

1. AYNA


Erol Köse'nin rock camiasına zulmünün ilk halkası Ayna... Bir Kafkas şarkısının yeniden aranjesi olan "Gurbette yorgun düştüm be ceylan (seks turizmi), hasret tükettim bittim be ceylan" şarkısıyla hayatımıza girdiler. Üst üste albüm yaptılar. Grubun en önemli özelliği iki frontmanın (öndeki adamlar) doğuştan gözlüklü olmasıydı. Bunlar kliplerinde falan gözlüklerini hiç çıkarmıyorlardı. Ama bunun üzerine espri yapmayacağım çünkü zamanın şov programlarında yerden yere vurulduydu bu konu zati.

Burda grupla ilgili dikkatimi çeken daha değişik noktalar var. Mesela 3 elektro 1 bas gitarla piyasaya çıkmıştı topluluk... Şimdi elin oğluna bizim dört gitarlı grubumuz var desen, bu topraklarda çılgın gibi heavy metal yapıldığını zanneder. Ritimiydi, solosuydu coşuyoruz zanneder ama gel gelelim ortaya "Ölünce sevemezsem seni (nekrofili içeren şarkı)" çıktığını dile getirsek çember olup sırayla tükmüğe boğarlar bizi.

Gerçi 3 elektro gitar dediğime bakmayın. Aslında iki elektro gitar... Çünkü "Ayna'nın keli" Cemil kuvvetle muhtemel gitar çalmayı bilmiyordu ve Erol Köse "Cemil hariç herkesin bir enstrumana istidati var ama çocuğun da eli sahnede boş kalmasın" demişti. Fakat adamcağızın eline zorla tutuşturulan gitar, Cemil'de marangozun eline düşmüş odun etkisi yapıyor ve sakil duruyordu. Bu soruna yıllarca çözüm bulamayan Ayna grubu daha sonra çareyi Cemil reisi kovmakta buldu.

Bir de bu Ayna'nın kliplerinde sevgiliyi götüren, tenhada mıncıklayan, kızın memelerini sıvazlayan hep Erhan olurdu... Garibim Cemil de Erhan'ın sevgilisi için hapse mapse düşerdi.Cemo'yu sindirmişlerdi. Zira bir gün olsun "Ya Erhan'cığım çok afedersin ama benim de bazı ihtiyaçlarım var. Senin Manitanın kızlı ortamına bizi de soksana" demedi. Hep Erhan'ın hanımı tecavüzden kurtarmaya falan çalıştı.

Gruptaki diğer tek tip personel kıyafetli elemanları hiç tanıyamadık. Athena'nın sürekli değişen basçısı ve davulcusu hesabı (ikizin zulmü yaman olur) bilemedik onları. Bir tek Uzun saçlı, sürmeli, Ayna'da değil de black metal grubunda çalıyormuş endamına sahip gitarist vardı. O solo albüm yaptı ama ne albüm?! Tam türkü bar için hazırlanmış bir çalışma. Kulağımı kesselerdi de dinlemez olaydım.

Neyse Ayna gözlükleriyle ve enteresan klipleriyle zamanında fenomen oldu ama zalım populer kültür onları da tarihin tozlu sayfalarına gömdü. Aşağıda gözlüklerinden kurtulmuş, burunları rahatlamış Ayna elemanlarını göreceksiniz. Bu da size benden kıyak olsun;






2. Kim Bunlar;


Önce Prestij Müzik Ailesi'nden (Mahsun, Alişan, İzzet ve diğerleri) fırtlayan bu grup nedense Beatles gibi imaj belirlemişti. Bence başarısız bir girişimdi. Çünkü grubun hitap ettiği profil Liverpool müzik kültürüne uzaktı. Zaten Liverpoollu bir adamın "Bahçası var bağı var ayvası var narı var" diye şarkı söylemesi ancak paralel evrenlerin birinde mümkün olabilirdi.

Neyse bu saçları liseli ergenler gibi kestirilen grup, Türkü mürkü kavırlarıyla piyasaya atıldı. Aslında grubun beyni Ozan Kotra çok sağlam bir müzik adamıydı ama işte para şöhret tatlı geldi zaar o zaman. Bunlar bir döneme damgasını vurdu gerçekten ama. Bende de albümleri var. Fakat Allah'ın gücüne gitmesin ama 4 çirkin heriften mürekkep bu gruba daha fazla katlanamadım. Zaten atabarı, deriko saçın iki kat, dağlar kızı Reyhan falan bir zaman sonra ıstırap oldu.

Zati daha sonra da grubun adı değişti, Flört oldu. Eli yüzü biraz düzgün sarışın gitarist gitti yerine grubun yakışıklılık ortalamasına uygun bir gitarist geldi. Fakat grup bir anda nefis müzik yapmaya başladı. Punk gibi, değil gibi soundlarıyla harbiden bomba işler yaptılar. Mesela "yalnızlık mevsimi" adlı şarkılarıyla (bu punk değildi la) benim lise dönemlerimde yaşadığım drav sevdalara tercüman oldular. Volkmende dönüp durdu albümleri...


3. Grup Destan;


Yanlış hatırlamıyorsam bir Şahin Özer Plakçılık (şahin kafası logolu) iştiraki olan Destan grubu da (böyle müzik gurubu ismi mi olur la?!) binbeşyüz yıllık Türkülerden (türkü özel isim mi değil mi kararsızım) medet ummuştu. Grubu diğer rock topluluklarından ayıran iki özellik vardı. Gitarın olup davulun olmayışı ortaya koydukları farklardan biriydi. Diğeri ise, milletçe sadece Gülpembe klibinde gördüğümüz gitar gibi çalınan klavyeyle müzik yapmalarıydı. - Bu arada rahmetli Barış Manço da klipte bu enstrümanı öyle bir kullanıyordu ki böyle sırayla tuşlarına basa basa... Uzay silahı gibi-... Bu Destan grubu klavyeye ve vokalin at misali yorumuna (ahiiiy ahihihiiiy) sırtını dayadığı için başarılı olamadı. Silindi gitti.

Vokal eleman daha sonra genç oyuncuları sepetleyip yerine mevkisinin tecrübeli ismi Ayna Cemil'i kadrosuna kattı ama bu Levante projesi tadında transfer beklenen etkiyi yapmadı. Zira albümleri gerek albüm ismiyle (Aşka geldik), gerek kapak fotoğrafıyla bir grup çalışması değil daha çok "gay pride" afişi gibi duruyordu.


Ayrıca Cemil Ayna'dan kalma gözlükleriyle gruba dahil olmuştu. Bir çok suça bulaşan (levyeyle adam zıbartma) bu gözlük bize o kötü günleri hatırlatıyordu... Başarılı olamadılar en nihayetinde...

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Yaz Yazıları Bölüm 2: Yalnızca Yazın Görülebilecek Şeyler

Pepe Başgan olarak, yazın sıkılmayın diye hemen yeni bir yazı düşündüm ve bu çıktı... Yazın hangi olayları görüp dikkat etmiyorsunuz buna bakmaya karar verdim işte. Buyrun beraber başlayalım.

A) Tişörtle Gezen Okul Müdür Yardımcısı (veya müdür);




Okuldan karneyi almaya gittiniz (eskiden okul kapandıktan 10 gün sonra veriliyodu karneler hey gidi), o yaz sıcağında okulun içine girdiniz. Tak!! karşınıza kim çıktı?! Müdür yardımcısı. İşte size çocukluk travması. Hep takım elbiseyle gördüğünüz adam enine çizgili tişörtle karşısınıza çıkıyor. Gözleriniz dolu dolu. Otoritesi sarsılıyor resmen. "Bu sıcakta isilik mi olaydım" der gibi size bakıyor. Biliyor ne halt ettiğini bize. Yapma hocam bari şu sigara paketini cebinde taşıma.

Bunun gibi bir de okulun son günlerinde önlüğün altına şort giyen bebe var o da travma. Mesafeli yaklaştım hep o arkadaşlara. Çok özgüvenli arkadaşlardan hep korkmuşumdur. Gerçi çoğu aldı yürüdü biz sümsüklükten hep geride kaldık. Hep yitiklendik.






B) Otel-Tatil Köyü Tanıtımlarında Tava Yakan Adamlar:


Eskiden daha çok vardı. Şimdi son durumu bilmiyorum. "Asya Tur'la Tatil Keyfi" başlığında kanallarda dönerdi. "Aşçımız (şimdi ismi şef oldu bre breh) o kadar maharetli ki gün aşırı tava yakıyor. İnan teflon dayandıramıyoruz" mesajıyla reklamlarını yapan otellerin gider kaleminde tava büyük yer taşıyordur eminim. Bu tava yakan aşçı görüntüsü genelde "açık büfe yemeklerimizle unutulmaz bir tatil sizleri bekliyor" diyorlar bi de. Açık büfe dediği de karpuzlar dilim dilim, salataların biri domatesli biri domatessiz. Bu herşey dahil işi çok geriye götürdü bacasız sanayimizi.

Neyse efendim bir de bu otel tanıtımlarında havuza atlayıp; dalıp çıktıktan sonra kokteylini yudumlayan tipler de oluyordu hep. Genelde de kadın oluyordu bu atlayanlar (çıkınca sevgili havuz kenarında bekliyor bu arada). Ben bu kokteyl işini denedim. Havuz kenarına koydum içkimi. "Kırılır. Ortalık batar" diye reddetiler. İşte ucuz tatil arayınca böyle oluyor.

Bir de tüm mutfak personelinin açık büfe tezgahının önünde eller arkada pozu olur broşürlerde. Sanırsın içerde bir lezzet yarışı var. Reel hayatta o da yok tabi. Aynen broşürde olimpik görünen havuzun otele gidince çocuk havuzundan hallice olması gibi...

Çok dertliyim bu konuda bak konu nerlere geldi. Geçelim;



C) Meydanda Portre Çizen Ressam ve Merakla Bekleşenler;



Fotoğrafa bakmayın. Gene uygun görsel bulamadığım için kış mevsiminden bir fotoğraf olmuş. Neyse efendim her yazlık yerde mutlaka bir portreci olur. Geçici dövmeci gibi. Neden bilmiyorum. Bizim valide de yaptırmış mesela zamanında, evin duvarına asılı üstünde; "1989 Bodrum"  diye yazıyor. Ama hiç anamla alakası yok. Gavga çıkmış zaten o gün. "Bu bana hiç benzemiyor" diye. Neyse bu portre işi 80'lerden beri bitmeyen bir sektör. İlgi de görüyor ki nesilden nesile aktarılıyor. Karakalemi var, at ağızlı çizimi var (karikatürünüz çizilir), renkli çıktılısı var. Baya da pahalı. Ressamlık kazandırmıyor derler bi de. Bu portrecinin sağında solunda da reklam amaçlı çizilmiş resimler vardır. İşte o dönem kim meşhursa onların karikatürleri; Baba Bush, Akrep Nalan (Halikarnas taa geçen yaz yasladım sana), Bülent Ersoy vs. "Ay ne kadar da benzetiyor" oyununa gelirsin sen de.

Neyse asıl konu ressam değil. Bütün akşamını ressamın arkasında geçirenler. Tatili ucuza getirmek böyle bir şey olsa gerek. Diskoya bara para vermeyip ressamın arkasında "benzeyecek mi acep" motivasyonuyla bekleşmek çok ekonomik. O büyük kalabalığın amacı, beklentisi ve eğlence anlayışı nedir?! Neden saatlerce hipnoz ayini gibi kitlenir kalırlar anlamıyorum. Anlayan varsa bi anlatsın. Bir dağılın bi nefes alsın la adam!

90'larda bir de yazlık yerlerde "pirince isim yazma" diye bir şey çıkardılar ama o çok tutmadı. Ya da yapanlar gözlerinden oldu. Kolay değil tabi.


D) Yaz Sıcağında Mal Mal Gezen Yalnız Çocuk;







Ya bu görsel de biraz hüzünlü oldu ama idare edin.


Arkadaşları dışarı çıkmayınca, onları bulamayınca (oğlum aşşağıda yeni dondurmacı açılmış oraya gittik stayla) tek başına gezen; bütün gün anlamsızca  taş tepen, köpek kovalayan, sopa bulup toprak kazan gariban bir çocuğun hikayesinden bahsediyoruz. Çok hüzünlüymüş evet. Gerçi insanı güçlü yapıyor. Ben böyle böyle birey oldum.

Neyse gözlerim doldu. Bitireyim yazıyı. Şaka lan dolmadı.

devam edebilir...